Evet.. Güle güle 2011.. Ama üzülme, bana o kadar güzel bir şey verdin ki, seni hayatım boyunca unutmayacağım..
1983 ağustosta ben doğmuşum, onun için 83 önemli bi yıldı benim için, sonra ki yıllar geldi geçti öylesine.. 2000 millennium diye diye hafızamıza kazında, sanki başımıza kuş konacaktı ama en az diğerleri kadar sıradan bi şekilde geldi geçti. 2001'de liseden mezun oldum, o zamana kadar ki hayatımın bütün amacı üniversiteyi kazanmak olduğu için benim için bir dönüm noktasıydı bu yıl. Bir devir kapandı, bir devir açıldı.. Evimden ayrıldım, uzak diyarlara, her şartta başımın çaresine kendi kendime bakmam gereken yalnız bir hayata yelken açtım. 2007'de artık öğrenim hayatımın son bulmasıyla, artık ekonomik yüküm de ailemin üstünden kalkmış oldu. 2008'de bir dönüm noktası daha yaşandı benim için, hayatımı paylaşacağım insan çıktı karşıma, zaten buradan sonra hayatım da kontrolden çıktı sanki, herşey o kadar hızlı gelişmeye başladı ki.. 2009 senesine bir söz, bir nişan, bir nikah ve bir de düğün sığdırdık. Ve 2011... Hayatımın en önemli, en anlamlı yılı.. Biriciğim, hayatımın anlamı oğlum dünyama geldi. Daha doğrusu ben onunla birlikte yeni bir dünyaya adım attım. Ebeveyn dünyasına.. Bu dünya içinde başka bir dünya gibi.. Evet, 2011 itibariyle artık, başıma buyruk, kafama göre hayatım sona erdi. Yeni bir hayat başladı benim için. Hiç bitmeyecek bir sorumluluk hayatı, annelik hayatı..
Utkusununannesi...:)
30 Aralık 2011 Cuma
İlk kez arabasız dışarı çıktık
Araba bende olduğu zaman Utku'yla gezmeye giymeye hiç tereddüt etmiyodum, çünkü arka koltukta ana kucağına oturup etrafı seyrede seyrede hiç sorunsuz yolculuk edebiliyoruz. Gerçi daha minikken bi kaç kere arabayı durdurup arka koltuğa geçmek zorunda kalmışlığım da var tabi ama Utku artık büyüdü ve etrafıyla çok ilgili olduğu için dışarıda ağlamaya gerek duymuyor. Bi kaç zamandır da bebek arabamızla gezmeye gitmek aklımda vardı ama bi türlü cesaret edemiyordum. Hem ağlarsa kucağıma almak zorunda kalacağım için, hem Utku'yu kucaklamak, hem de arabayı kontrol etmek zor olabilir diye, hem de havalar soğuk olduğu için. Zaten bebek arabamız da bagajda durduğu için araba yoksa bebek arabası da yok demekti. Sonunda geçen pazartesi günü bagaj kapısının bozulmasıyla bebek arabasını eve çıkarmak zorunda kaldık, ertesi gün baktım hava güneşli, fırsat bu fırsat deyip yola koyuldum. Utku'yu da ilk defa ana kucağı olmadan bebek arabasına oturtmuş oldum. Zaten benim hedefim onun şöyle etrafı seyrederek gezmesiydi. Ana kucağına oturtunca sadece beni seyredebiliyor. Arabasının arkasını biraz yatırınca hiç sıkıntı olmadı, kemerlerini de bağlayınca sanırım oldukça güvenli ve konforlu bi yolculuk oldu onun için de. Ama tabi sanki dışarı kar oynamaya çıkıyomuşuz gibi kat kat giydirdim, üstüne de iki tane battaniye örttüm, ne de olsa yaz havalarından sonra ilk defa bu kadar uzun dışarıda kalacaktı. Çocuğun kış havasıyla bütün teması ben evden arabaya ya da arabadan eve koşar adımlarla yürüdüğüm süre boyuncaydı. Evet Utku'yu sımsıkı sarmalayıp soğuğa karşı önlem aldıktan sonraki mesele bebek arabasıyla Utku'yu apartmanın önüne indirmekti. Ben de önce arabayı kapının önüne indirip koşa koşa yukarı çıkıp Utku'yu aldım ve onu da indirip arabasına yerleştirdim. Ve yola koyulduk, işte bu da kanıtı...:)
Dışarı çıkınca kış güneşine aldanmamak gerektiğini bi kez daha anladım. Öyle soğuk bi esinti vardı ki benim bile yüzüm dondu. Neyse ki bebek arabamızın naylon bi koruma örtüsü var, üstüne onu örtünce Utku hem dışarıyı seyredebildi, hem de üşümedi. Böylece yürüye yürüye evimizin yakınındaki Ereylin alışveriş merkezine gittik. Ben mağazaları dolaşırken sessiz sessiz etrafı izledi kuzum. Babamıza yılbaşı hediyesi aldık, sonra yemek katına çıktık, ben gazete okuyup çayımı içerken, Utku da yılbaşı süslemelerini teftişe koyuldu. Sonra anneannemiz de gelince alışveriş merkezini bi kere daha turladık.Utku aralarda uyuklasa da genel olarak uyumayıp etrafı izlemeyi tercih etti. Zaten etrafında ilgisini çeken bişeyler oldu mu uyumamak için direniyor resmen. Bundan sonra da sık sık bu şekilde dışarı çıkacağız Utku'yla, havalar da bi ısınmaya başlarsa tadından yenmez.
Bu arada Utku'yu o kadar çok seviyorum ki hani derler ya ayı yavrusunu severken öldürürmüş diye, ben de çocuğa zarar vereceğim diye korkuyorum, bu sabah sarılırken o kadar çok sıktım ki kolundan çıt diye ses geldi, ben de korktum bişey oldu diye ama neyse ki ağlamadı.
Sonradan kurtarıcı örtünün de resmini çektim;
Dışarı çıkınca kış güneşine aldanmamak gerektiğini bi kez daha anladım. Öyle soğuk bi esinti vardı ki benim bile yüzüm dondu. Neyse ki bebek arabamızın naylon bi koruma örtüsü var, üstüne onu örtünce Utku hem dışarıyı seyredebildi, hem de üşümedi. Böylece yürüye yürüye evimizin yakınındaki Ereylin alışveriş merkezine gittik. Ben mağazaları dolaşırken sessiz sessiz etrafı izledi kuzum. Babamıza yılbaşı hediyesi aldık, sonra yemek katına çıktık, ben gazete okuyup çayımı içerken, Utku da yılbaşı süslemelerini teftişe koyuldu. Sonra anneannemiz de gelince alışveriş merkezini bi kere daha turladık.Utku aralarda uyuklasa da genel olarak uyumayıp etrafı izlemeyi tercih etti. Zaten etrafında ilgisini çeken bişeyler oldu mu uyumamak için direniyor resmen. Bundan sonra da sık sık bu şekilde dışarı çıkacağız Utku'yla, havalar da bi ısınmaya başlarsa tadından yenmez.
Bu arada Utku'yu o kadar çok seviyorum ki hani derler ya ayı yavrusunu severken öldürürmüş diye, ben de çocuğa zarar vereceğim diye korkuyorum, bu sabah sarılırken o kadar çok sıktım ki kolundan çıt diye ses geldi, ben de korktum bişey oldu diye ama neyse ki ağlamadı.
Sonradan kurtarıcı örtünün de resmini çektim;
23 Aralık 2011 Cuma
Karga karga gak dedi
Sanırım Utku kendini karga zannetmeye başladı. Bir süredir, boğazını yırtarcasına, aynı kargalar gibi bağırıyor. Bağırması bişey değil de boğazı yırtılacak diye korkuyorum. Sanırım sesini algılamaya başladı, ve ses çıkarıp dinlemek hoşuna gidiyor. Dün büyük halalar, yengeler Utku'yu görmek için babaannesine geldiler biz de oraya gidecektik. Biraz erken gideyim diye planlamıştım ama diyorum ya Utku çok kafasına göre bi bebek, ne zaman uyuyacağı, ne zaman uyanacağı hiç belli olmuyor. Dün de uyansın diye bekledim, ben bekledikçe uyudu, sonunda 12'de evden çıkabildik. Utku'nun halası da sürpriz yapmış gelmiş, bu sefer onu görünce mutlu oldu. İlk defa da halasının kucağındayken muz yedi. Sırada karnıbahar var, onu da bugün yine buharda pişirip tattırmayı düşünüyorum.
Ve bu haftanın en büyük gelişmesi de Utku hafta başından beri sırtüstü yatarken yüzüstü döndüğünde kolunu altından kurtarabiliyor. Ellerinin üstünde vücudunu kaldırıyor. Ve bir şekilde ilerleyip konumunu değiştirebiliyor. Onun için artık büyük yatağın üstünde tek başına bırakmıyorum. Daha çok yere serdiğim, Calliou'lu örtüsünün üstünde vakit geçiriyor. Bu arada ben de pilates yapmaya başladım. Ben yerde matın üstünde pilates yaparken, o da elleriyle ayaklarını tutup çekerek kendi sporunu yapıyor.
Bi yandan da artık 6. ayımızı doldurmamıza az kaldığı için ek gıdaya geçiş heyecanı sardı beni iyice. Neyi, ne zaman, ne kadar yediricem, sürekli kafamda bunlar var. Doktorumuzla da görüşüp uygun bi menü oluşturmak istiyorum. Bir de Utku hala biberondan su içemiyor, bu sorunu nasıl çözeceğimizi de hiç bilmiyorum.
Ve bu haftanın en büyük gelişmesi de Utku hafta başından beri sırtüstü yatarken yüzüstü döndüğünde kolunu altından kurtarabiliyor. Ellerinin üstünde vücudunu kaldırıyor. Ve bir şekilde ilerleyip konumunu değiştirebiliyor. Onun için artık büyük yatağın üstünde tek başına bırakmıyorum. Daha çok yere serdiğim, Calliou'lu örtüsünün üstünde vakit geçiriyor. Bu arada ben de pilates yapmaya başladım. Ben yerde matın üstünde pilates yaparken, o da elleriyle ayaklarını tutup çekerek kendi sporunu yapıyor.
Bi yandan da artık 6. ayımızı doldurmamıza az kaldığı için ek gıdaya geçiş heyecanı sardı beni iyice. Neyi, ne zaman, ne kadar yediricem, sürekli kafamda bunlar var. Doktorumuzla da görüşüp uygun bi menü oluşturmak istiyorum. Bir de Utku hala biberondan su içemiyor, bu sorunu nasıl çözeceğimizi de hiç bilmiyorum.
20 Aralık 2011 Salı
Yoğurtla tanışma
Geçen hafta babam elinde bi kavanoz açık süt ve biraz yoğurtla gelip, jet hızıyla yoğurt mayaladı. Çünkü ablam arabada beklediği için hemen evden çıkmamız gerekiyordu. Ben de o arada Utku'yu hazırladım ve çıktık. Akşam geldiğimizde yoğurt tutmuştu ama biraz fazla ekşi gibiydi. Onun için Utku sevmeyecek diye biraz endişelendim ama oldukça severek yedi. Bugün de arkadaşım Burcu'dan öğrendiğim üzere Sek günlük sütle yoğurt mayaladım. Gayet güzel tuttu ve Utku da bu akşam yaklaşık iki çorba kaşığı kadar yedi.
Yoğurdu nasıl yaptığımı da yazayım çünkü o kadar unutkan oldum ki yarın sabaha bile unutmuş olabilirim:S
Şimdi Sek'in günlük sütünden bir su bardağı kadar cezvede kaynattım. Sonra plastik kapaklı cam kaseler var ya kahvaltılıklar için ona döktüm, işte parmak yakmayacak sıcaklık deniyo ya o sıcaklığa kadar soğumasını bekledim. Sonra bir tatlı kaşığı ev yoğurdunun içine az süt ekleyip biraz karıştırdım. Sonra da sütün içine döktüm. Fazla da karıştırmadan kapağını kapatıp sarmaladım. Kaloriferin altında koydum. Aslında makbul olan
bekleteceğin yerde mayalamakmış. Mayaladıktan sonra hareket ettirmemek gerekiyormuş. Ben dört saat sonra açtım ama biraz daha beklese daha iyi olacakmış, artık bi dahaki sefere daha güzel yaparım inşallah..
Bu arada Utku, taze fazulyenin de tadına baktı bugün. Yine buharda pişirip, püre yaptım. Sanırım sevdi, ya da henüz reddetmeyi bilmediği için verdiğim herşeyi yemek zorunda olduğunu sanıyor da olabilir :)
Yoğurdu nasıl yaptığımı da yazayım çünkü o kadar unutkan oldum ki yarın sabaha bile unutmuş olabilirim:S
Şimdi Sek'in günlük sütünden bir su bardağı kadar cezvede kaynattım. Sonra plastik kapaklı cam kaseler var ya kahvaltılıklar için ona döktüm, işte parmak yakmayacak sıcaklık deniyo ya o sıcaklığa kadar soğumasını bekledim. Sonra bir tatlı kaşığı ev yoğurdunun içine az süt ekleyip biraz karıştırdım. Sonra da sütün içine döktüm. Fazla da karıştırmadan kapağını kapatıp sarmaladım. Kaloriferin altında koydum. Aslında makbul olan
bekleteceğin yerde mayalamakmış. Mayaladıktan sonra hareket ettirmemek gerekiyormuş. Ben dört saat sonra açtım ama biraz daha beklese daha iyi olacakmış, artık bi dahaki sefere daha güzel yaparım inşallah..
Bu arada Utku, taze fazulyenin de tadına baktı bugün. Yine buharda pişirip, püre yaptım. Sanırım sevdi, ya da henüz reddetmeyi bilmediği için verdiğim herşeyi yemek zorunda olduğunu sanıyor da olabilir :)
14 Aralık 2011 Çarşamba
13 Aralık 2011 Salı
'Almasam da olurmuş'lar
Bu başlık altında, almasam da olurmuş, hatta daha iyi olurmuş, hatta ve hatta keşke almasaymışım dediğim şeyleri kaydedeyim..
1. Utku'nun yola çıktığını öğrendikten sonra ilk aldığım şey, Chicco'nun alttan çıt çıtlı, kolsuz bodyleriydi. Bunlar 3'lü paket halinde satılıyor. Ben bunlardan bir takım 0 aylık, bir takım da 3 aylık almıştım. 0 aylıkları bizimki 3.770 doğduğu için zaten hiç kullanamadım. 3 aylıklar da onlarda eser miktarda büyük olduğu için onları da ilk bi kaç gün kullanabildim. Hemen hemen hiç işime yaramadılar diyebilirim. Keşke 6 aylık falan alsaymışım..
Bunun tamamen beyazı...
Ve bu şekilde 3'lü satılıyor...
2.Takım halinde satılan hastane çıkışlarından kesinlikle almasam da olurmuş. Hastaneden çıkarken adı üstünde hastane çıkışı diye mecburen onlardan giydirdim ama giyecek zaten bir sürü şeyimiz varken, oldukça gereksiz parçalar içeren bu takımı almasam da olurmuş. Zaten bir hafta sonra küçük gelmeye başlıyor.
3.İçli dışlı olarak giydirilen bu zıbınlardan bir sürü almıştım ama almasam daha iyi olurmuş. Hiç kullanmadım. Zaten alttan çıtçıtlı olmayan bişey hiç giydirmedim beli açılmasın diye.
4.Bu şapkalardan da bir sürü almıştım. Hiç gerek yokmuş. Yazın hiç şapka kullanmadık, kış geldiğinde de Utku kukuletasını kullanabilecek kadar büyümüştü.
5.Bu kabandan daha önce de bahsetmiştim. Kelepir sayılabilecek bi fiyata aldığımız için keşke almasaymışım demicem ve fakat bir iki defa ancak giydirebildiğim için ve şimdiden küçük gelmeye başladığı için, bir de Utku bunu giymekten hiiiç mi hiç haz etmediği için almasam daha iyi olurmuş diyebilirim.
6.İkea'dan aldığım bu gece lambası konusunda biraz kararsızım. Şu an için almasam da olurmuş diye düşünüyorum. Hiç kullanmıyorum çünkü ışığı çok fazla. Lambasını değiştirelim diye düşünmüştük sonra unuttuk, öylece oda süsü gibi kaldı duvarda. Utku'nun odasının perdesini açık bırakıyorum, gece lambası olarak ay ışığıyla idare ediyoruz. İlerde belki kullanırım.
1. Utku'nun yola çıktığını öğrendikten sonra ilk aldığım şey, Chicco'nun alttan çıt çıtlı, kolsuz bodyleriydi. Bunlar 3'lü paket halinde satılıyor. Ben bunlardan bir takım 0 aylık, bir takım da 3 aylık almıştım. 0 aylıkları bizimki 3.770 doğduğu için zaten hiç kullanamadım. 3 aylıklar da onlarda eser miktarda büyük olduğu için onları da ilk bi kaç gün kullanabildim. Hemen hemen hiç işime yaramadılar diyebilirim. Keşke 6 aylık falan alsaymışım..
Bunun tamamen beyazı...
Ve bu şekilde 3'lü satılıyor...
2.Takım halinde satılan hastane çıkışlarından kesinlikle almasam da olurmuş. Hastaneden çıkarken adı üstünde hastane çıkışı diye mecburen onlardan giydirdim ama giyecek zaten bir sürü şeyimiz varken, oldukça gereksiz parçalar içeren bu takımı almasam da olurmuş. Zaten bir hafta sonra küçük gelmeye başlıyor.
3.İçli dışlı olarak giydirilen bu zıbınlardan bir sürü almıştım ama almasam daha iyi olurmuş. Hiç kullanmadım. Zaten alttan çıtçıtlı olmayan bişey hiç giydirmedim beli açılmasın diye.
4.Bu şapkalardan da bir sürü almıştım. Hiç gerek yokmuş. Yazın hiç şapka kullanmadık, kış geldiğinde de Utku kukuletasını kullanabilecek kadar büyümüştü.
5.Bu kabandan daha önce de bahsetmiştim. Kelepir sayılabilecek bi fiyata aldığımız için keşke almasaymışım demicem ve fakat bir iki defa ancak giydirebildiğim için ve şimdiden küçük gelmeye başladığı için, bir de Utku bunu giymekten hiiiç mi hiç haz etmediği için almasam daha iyi olurmuş diyebilirim.
6.İkea'dan aldığım bu gece lambası konusunda biraz kararsızım. Şu an için almasam da olurmuş diye düşünüyorum. Hiç kullanmıyorum çünkü ışığı çok fazla. Lambasını değiştirelim diye düşünmüştük sonra unuttuk, öylece oda süsü gibi kaldı duvarda. Utku'nun odasının perdesini açık bırakıyorum, gece lambası olarak ay ışığıyla idare ediyoruz. İlerde belki kullanırım.
7.Lansinoh meme ucu kremi hiç bir işime yaramadı kesinlikle almasam da olurmuş. Zaten Utku hep yarım saatte bir emmek isteyen bir bebek olduğu için onu ne ara sürecektim ki. Aynen olduğu gibi duruyor şu anda.
8.Nivea'nın pişik kremini almıştım. Almasam da olurmuş, çünkü kullanmadım. Pişik konusunda deneme yanılma yöntemiyle geldiğim son nokta, ısıtıp soğutup makyaj temizleme şişesine doldurduğum zeytinyağı. Altını değiştirdikten sonra onu sürüyorum. Ama yine de pişik olursa Hametan Pomad hemen iyileştiriyor.
12 Aralık 2011 Pazartesi
Balkabağı püresi
Dün babasının 'Meral kafayı yedi, Utku kabağı yedi' nameleri arasında Utku balkabağı püresini yedi. Küp küp doğradığım yarım elma ve aşağı yukarı aynı ebatlardaki balkabağını üstünü geçecek kadar suyla, yumuşayana kadar pişirdim. (Yaklaşık 10 dk. sürdü). Sonra ilk başta çatalla ezip verdiğim püreyi, Utku tükürmekle kalmayıp bir de öğürdüğü için hiç beğenmedi diye üzüldüm. Babası da bu arada ' tükürür tabi, çocuk balkabağı mı yermiş hiç, ben bile yemem onu, ıyyy' diye başımın etini yemeye devam etti. Halbuki tadı bana göre gayet iyiydi. Sonra neyseki, tel süzgeçten geçirip vermeyi akıl ettim. Blendırdan da geçirebilirdim ama miktarı oldukça az olduğu için gerek görmedim. Utku tel süzgeçten geçip iyice incelen püreyi, afiyetle yedi. Darısı sıradaki pürelerin başına...
10 Aralık 2011 Cumartesi
Utku'nun uyku evrimi
Utku doğduğu günden beri, kendi kendine uyku şekilleri geliştirip duruyor. Bir bebek huy değiştirir de bu kadar mı hızlı, anlayamıyorum. İlk olarak hastane odamızda, uyanmayarak başladı işe. Geçirdiği hafif sarılıktan mütevellit, nefes almak, altını kirletmek, karnını doyurmak, ağlamak gibi hayati aktivitelerini gözünü açmadan yaptı ilk bi kaç gün. Daha sonra sanırım yaklaşık bir iki haftalıkken falan emerken kucağımda sorunsuzca uyuyuverirdi. Üçüncü haftadan sonra, bu aynı zamanda akşam 8-9 ağlama nöbetlerinin başlama zamanına tekabül ediyor, Utku üstümde uyumaya başladı. Tam hatırlamıyorum ama sanırım ben onu susturup uyutabilmek için şekilden şekile girerken keşfettik bu pozisyonu. Ben tv'nin karşısındaki koltuğa sırt üstü yatıyorum, Utku da benim üstüme yüz üstü yatıyor, başı göğsümde, kedi Tom'un uyku yastığını kabartması gibi bi süre ırgalanıp kendince rahat pozisyonu bulduktan sonra uykuya dalıveriyor. Yaklaşık 1-2 saati bu pozisyonda geçirdikten sonra ancak beşiğine geçiş yapabiliyoruz.Yalnız Utku'nun iyiden iyiye hareketlenmesiyle bu pozisyon benim için sakıncalı hale gelmeye başladı. Çünkü beyefendi, minik ayaklarıyla sezeryan dikişime basa basa kendini ileri itmeye çalışıyor. Onun için Utku'nun da oldukça hoşuna giden yeni bir pozisyona geçiş yaptık. İkimiz de yan yatıp birbirimize sarılıyoruz. Tabi onun kolları kısa olduğu için daha çok ben sarılıyorum, Utku kafasını koluma koyuyor. Sanırım bu şekilde, saatlerce uyuyabilir. Ama ben iyice daldıktan sonra onu yine beşiğine yatırıyorum. Çünkü gece uykumuzun, kendi odamızda, beşiğimizde ve karanlıkta olmasına doğduğu günden beri dikkat ediyorum. Hatta ilk haftalar gece altını değiştirmek için bile ışığı açmaz, el yordamıyla değiştirirdim. Şimdiyse gece altını değiştirmeye kalktığımda uyanıp kendi kendine oyun oynamaya başladığı için bu işlemden vazgeçtik.
Gündüzse, sanırım bir buçuk aylıkken, uyandıktan 1 saat sonra Utku'yu tesadüfen yatağın üstüne bıraktığımda uyuyakalmasıyla, kendi kendine de uyuyabildiğini farkettim. Onun için gündüzleri, iyice uykusu gelene kadar bekleyip, büyük yatağın üstüne yan yatırıp ağzına da emziği takıveriyorum. Hoooopişşş diye uykuya dalıveriyor yavrum. Dönebilmeye başladığından beri de, yüzüstü dönüp totoyu havaya dikip öyle uyuyor(bkz. şekil 1a). Aman nasıl uyursa uyusun, uyusun da.. ben de ona ninni söyliyim;
Benim oğlum uyusun,
Uyusun da büyüsün,
Büyüsün de yürüsün,
Attalara gidelim,
Gezmelere gidelim....:-)
Gündüzse, sanırım bir buçuk aylıkken, uyandıktan 1 saat sonra Utku'yu tesadüfen yatağın üstüne bıraktığımda uyuyakalmasıyla, kendi kendine de uyuyabildiğini farkettim. Onun için gündüzleri, iyice uykusu gelene kadar bekleyip, büyük yatağın üstüne yan yatırıp ağzına da emziği takıveriyorum. Hoooopişşş diye uykuya dalıveriyor yavrum. Dönebilmeye başladığından beri de, yüzüstü dönüp totoyu havaya dikip öyle uyuyor(bkz. şekil 1a). Aman nasıl uyursa uyusun, uyusun da.. ben de ona ninni söyliyim;
Benim oğlum uyusun,
Uyusun da büyüsün,
Büyüsün de yürüsün,
Attalara gidelim,
Gezmelere gidelim....:-)
Dokunmak Yasaktır!!!
Utku'yla sokakta, alışveriş merkezlerinde ve türk insanının dokunmatik sevecenliğine maruz kalınabilecek bilumum yerlerde dolaşmak istemiyorum artık. Çünkü içimdeki canavarın fırlayıp, birinin yüzüne yüzüne ''ne dokunuuyooonnn beeooğğğaaahhhh'' diye bağırmasına az kaldı. Bir günde insanın sabrını taşıracak çok fazla dokunma vakası yaşadık. Kahrolasıca 'aman kimseyi kırmayayım' içgüdüm yüzünden kimseye bişey de diyemediğim için gözlerim fıldır fıldır radar gibi etraftaki tehlikeleri süzmek suretiyle elim bebek arabasını çekmek için tetikte geziyorum. Ama benim de gafil avlandığım anlar oluyor işte. Pos cihazına şifre gireyim diye iki saniye gözümü ayırıyorum çocuktan, bi dönüyorum hemen sinsi bir el pusetten içeri uzanıveriyor. Ya da daracık bi asansörde bi dokunmatik teyze köşeye kıstırıveriyor. Gerçi bizim sulu Utku teyzeyi dokunduğuna dokunacağına pişman ediverdi. Çünkü teyze 'ayy canımmm pek şekerrr' diyerek Utku'nu eline dokunmadan önce, bizimki elini bileğine kadar ağzına sokup tükürük içinde bırakmıştı. Teyzenin dokunur dokunmaz hissettiği ıslaklıkla yüzünde beliren memnuniyetsizlik ifadesi ve hemen arkasından, eliyle tuz sepeler gibi Utku'nun tükürüklerinden kurtulma çabası görülmeye değerdi. Ben de o sırada içimden 'oh olsun sana, bi daha önüne gelen bebeğe dokunmazsın işte' diyordum. Hayır yani sen sokakta geziyorsun, oraya buraya, bana göre en mikrop yuvası yerlerden biri olan umumi tuvalet kapı kollarına falan dokunuyorsun. Sonra bi de gelip bu çocuğun eline dokunuyorsun. Sonra o da elini neredeyse bileğine kadar ağzına sokuyor işte. El insaf yani... En fecisi de dışarıda bi ayakkabıcının vitrinine bakmak için pusetten iki-üç adım uzaklaştığım sırada yaşandı. Bir anda nereden çıktığını anlayamadan beliriveren kir pas içindeki tabir-i caizse homeless amca Utku'nun yanağını okşayıp 'ben çok seviyorum çocukları' derken, ben şoklar içinde az daha kalp krizi geçiriyordum. Bu kadarı bünyeme fazla geldi. Sonrasında uçarak eve geldim ve Utku'yu küvetine yatırıp eşşek sudan gelinceye kadar çitiledim.
Not: Utku'nun pusetini alırken satıcı çocuğun bize tavsiye ettiği puset filesini hatırladım. Sineklik gibi bişeydi. Bu ne işe yarıyo diye sorduğumda, 'hem sinekler için hem de işte insanlar bebeğe dokunmasınlar diye' demişti. Hayatım boyunca yolda sokakta gördüğüm bir tek yabancı bebeğe dokunmuşluğu olmayan ben içimden 'amaann niye dokunsunlar, bunlar da satış yapmak için ne diyeceklerini şaşırıyolar' demiştim. Dememeliymişim..
Not: Utku'nun pusetini alırken satıcı çocuğun bize tavsiye ettiği puset filesini hatırladım. Sineklik gibi bişeydi. Bu ne işe yarıyo diye sorduğumda, 'hem sinekler için hem de işte insanlar bebeğe dokunmasınlar diye' demişti. Hayatım boyunca yolda sokakta gördüğüm bir tek yabancı bebeğe dokunmuşluğu olmayan ben içimden 'amaann niye dokunsunlar, bunlar da satış yapmak için ne diyeceklerini şaşırıyolar' demiştim. Dememeliymişim..
9 Aralık 2011 Cuma
Çişler tuvaleteee, Kakalar tuvaleteee :-)
Çişler tuvaleteee, kakalar tuvaleteee
Artık kimse yapmıcak altındaki bezeee
Yok tuvalet eğitimine başlamadık, kafayı da yemedim. Utku'yla eğlenecek şarkı arayışımızın son bulmasını kutluyorum sadece. Daha hamileyken başladık 'Utkuu pabucu yarımm, çık dışarıyaa oynayalımm' diyerek. Utku çıktı... Bu sefer penceremize konan minik kuşu içeri aldık donmasın diye. Sonra küçük kurbağanın kuyruğunu, Utku'nun da emziğini aradık. Kırmızı balık gölde kıvrıla kıvrıla yüzdü birazcık. En son bıcırık kuklalarla (bıcırık kuklalar ayrıca bir yazı konusu olacak) Ali Baba'nın çiftliği dedik. 'Old MacDonalds had a farm' bile dedik. Ama annesi gibi sıkılgan oğlum bütün şarkılardan kısa sürede sıkılınca, arayışımız bitmedi bi türlü.
Sonunda reklam şarkılarına hızlı bir geçiş yaptık;
Bugün konuştuğun kadaarr, ertesi gün bedavaa
Bugün konuştuğun kadaarr, ertesi gün bedavaa
Şart yok, şurt yok, yükleme yok, koşul yok
Konuş kazanlaa, şık şık şık, konuş kazanla, şık şık şık :-)
Hadi haksız rekabet olmasın;
Yollardaaa çekmiyormuşşş,
Denizdeee çekmiyormuşşş,
Asansörde çekmiyormuşşş,
Gökdelende çekmiyormuşşş :-)
Derken derken, bu sabah ilk yerli malı çizgi film kahramanımız Pepee'nin yaratıcısı, Kıraç'ın eşi Şule (nam-ı diğer) Şuşu'yu televizyonda gördüm. Pepee'yi nasıl geliştirdiklerini, her bölümü Sabiha Paktuna'nın incelediğini, bölümleri yazarken kızı Iraz'ın gelişimini ve gereksinimlerini baz aldığını anlatıyordu. Kızına tuvalet eğitimi verirken uydurduğu şarkıyı, annelerin yoğun istediği üzerine Pepee'ye uyarladığını, çok tutulduğunu, bu sayede bir çok çocuğun tuvalet eğitimine katkı sağladığını söylerken arada şarkıyı da mırıldandı kısacık. Ben de hemen Utku'ya söyledim, kuzum da ellerini ve ayaklarını, sanki ata biner gibi çırpıp, şarkıyı ne kadar sevdiğini ve eğlendiği gösterdi. Ben de internete girip Pepee'nin bir kaç bölümünü izledim. Bundan sonra sıkıldıkça Pepee'nin şarkılarından faydalanacağız gibi görünüyor.
Çişler tuvaleteee, kakalar tuvaleteee
Artık kimse yapmıcak, altındaki bezeee
Bezlerii attık, külotlar giydikkk
Artık hepimiz de tuvaleti öğrendikk
şarkının linki de burada: http://www.youtube.com/watch?v=jZ38z8Akjv8
Artık kimse yapmıcak altındaki bezeee
Yok tuvalet eğitimine başlamadık, kafayı da yemedim. Utku'yla eğlenecek şarkı arayışımızın son bulmasını kutluyorum sadece. Daha hamileyken başladık 'Utkuu pabucu yarımm, çık dışarıyaa oynayalımm' diyerek. Utku çıktı... Bu sefer penceremize konan minik kuşu içeri aldık donmasın diye. Sonra küçük kurbağanın kuyruğunu, Utku'nun da emziğini aradık. Kırmızı balık gölde kıvrıla kıvrıla yüzdü birazcık. En son bıcırık kuklalarla (bıcırık kuklalar ayrıca bir yazı konusu olacak) Ali Baba'nın çiftliği dedik. 'Old MacDonalds had a farm' bile dedik. Ama annesi gibi sıkılgan oğlum bütün şarkılardan kısa sürede sıkılınca, arayışımız bitmedi bi türlü.
Sonunda reklam şarkılarına hızlı bir geçiş yaptık;
Bugün konuştuğun kadaarr, ertesi gün bedavaa
Bugün konuştuğun kadaarr, ertesi gün bedavaa
Şart yok, şurt yok, yükleme yok, koşul yok
Konuş kazanlaa, şık şık şık, konuş kazanla, şık şık şık :-)
Hadi haksız rekabet olmasın;
Yollardaaa çekmiyormuşşş,
Denizdeee çekmiyormuşşş,
Asansörde çekmiyormuşşş,
Gökdelende çekmiyormuşşş :-)
Derken derken, bu sabah ilk yerli malı çizgi film kahramanımız Pepee'nin yaratıcısı, Kıraç'ın eşi Şule (nam-ı diğer) Şuşu'yu televizyonda gördüm. Pepee'yi nasıl geliştirdiklerini, her bölümü Sabiha Paktuna'nın incelediğini, bölümleri yazarken kızı Iraz'ın gelişimini ve gereksinimlerini baz aldığını anlatıyordu. Kızına tuvalet eğitimi verirken uydurduğu şarkıyı, annelerin yoğun istediği üzerine Pepee'ye uyarladığını, çok tutulduğunu, bu sayede bir çok çocuğun tuvalet eğitimine katkı sağladığını söylerken arada şarkıyı da mırıldandı kısacık. Ben de hemen Utku'ya söyledim, kuzum da ellerini ve ayaklarını, sanki ata biner gibi çırpıp, şarkıyı ne kadar sevdiğini ve eğlendiği gösterdi. Ben de internete girip Pepee'nin bir kaç bölümünü izledim. Bundan sonra sıkıldıkça Pepee'nin şarkılarından faydalanacağız gibi görünüyor.
Çişler tuvaleteee, kakalar tuvaleteee
Artık kimse yapmıcak, altındaki bezeee
Bezlerii attık, külotlar giydikkk
Artık hepimiz de tuvaleti öğrendikk
şarkının linki de burada: http://www.youtube.com/watch?v=jZ38z8Akjv8
8 Aralık 2011 Perşembe
Haftasonu
Bu haftasonumuz yine oldukça hareketliydi. Çiğdem teyzemiz nihayet bizi görmeye geldi. Utku'nun Çiğdem teyzesini seveceğini biliyordum da bu kadarını ben de tahmin etmemiştim. Bütün haftasonu gülücükler atarak ona baktı. Bu haftasonu başka bir misafirimiz daha vardı. Utku'nun, kendisinden 17 gün küçük arkadaşı (benim hamilelik günlerimi birlikte geçirdiğim sevgili iş arkadaşımın minik oğlu) da cumartesi günü bizimleydi. İlk karşılaşmalarında ikisi de uyudukları için tanışamamışlardı, bu sefer de Utku onlar giderken zor zahmet kafasını kaldırabildi uykudan. (O kadar kendi kafasına göre bir bebek ki ne zaman uyanacağı, ne zaman uyuyacağı, ne zaman acıkacağı hiiç mi hiç belli olmuyor.) Utku yeni birilerini gördüğünde hep yaptığı gibi ağzını açıp şaşkın şaşkın baktı yüzlerine. Pazar günü de Çiğdem teyzemizi yolcu ettikten sonra, ciddi bir ameliyat geçiren büyük anneannemizi ziyarete gittik. Bu arada haftasonu deyince aklıma gelmişken şunu da söylemeliyim ki Utku nedeniyle çalışmadığım bu süreçte farkettim ki pazartesi sendromunun iş hayatıyla ilgisi yokmuş. Çünkü ben hala her haftasonundan sonra ciddi bir pazartesi sendromu yaşıyorum. Bunun biraz da babamızın işe gitmesiyle de ilgisi vardır belki bilmiyorum.
6 Aralık 2011 Salı
Bebeklerin seçimi
Kimin fantazisi hiç bir fikrim yok ama şöyle bir şey var hafızamda; yukarıda bebekler kendilerine anne seçerlermiş, katalogtan seçer gibi:)) evladı olmak istedikleri anneyi buldukları zaman yeryüzüne gelirlermiş.
Kulağa çok saçma geliyor ama ben bu fikri çok benimsemişim sanırım duyduğum zaman, çünkü hep beni seçtiğini düşündüğüm müstakbel bebeğime derdim ki içimden, azıcık daha zaman var yavrum, azıcık daha bekle:)) Ve nihayet o zaman geldi. Nihayet gözümün nuru, hayatımın anlamı, bebeğim, Utku'm geldi. Beni seçtiğin için sana minnettarım oğlum, emin ol hiç pişman olmayacaksın beni seçtiğine:))
Kulağa çok saçma geliyor ama ben bu fikri çok benimsemişim sanırım duyduğum zaman, çünkü hep beni seçtiğini düşündüğüm müstakbel bebeğime derdim ki içimden, azıcık daha zaman var yavrum, azıcık daha bekle:)) Ve nihayet o zaman geldi. Nihayet gözümün nuru, hayatımın anlamı, bebeğim, Utku'm geldi. Beni seçtiğin için sana minnettarım oğlum, emin ol hiç pişman olmayacaksın beni seçtiğine:))
Uyumak istiyorum..
Aslında çok uykuyu seven bir insan değilim, yani uyumak istemem, zaman kaybı gibi gelir bana, sanki uyursam hayattan bişeyler kaçıracakmışım gibi hissederim. Ama bi kere uyursam da hiç uyanasım gelmez, bıraksalar 24 saat uyuyabilirim. Anne olmanın en zor yanlarından biri de bu oldu benim için. Utku'nun belli bir beslenme düzeni oluşamadı hala. Ne zaman acıkacağı belli olmuyor. Nadiren gece 3 saat deliksiz uyusa da, çoğunlukla saat başı uyanıp emmek istiyor. Gece defalarca kalkıp emzirmekten sıtkım sıyrıldı resmen. Sesini duyar duymaz, gözümü açmadan yataktan kalkıp koşarak odasına gidiyorum. Geçen gece yine hızla Utku'nun odasına giderken aralık kalmış kapıya bodoslama daldım. Kafam kapıdan sekti diyebilirim. Mutfaktan buz alıp alnıma koyana kadar küçük bi baloncuk oluşmuştu. Bir hafta boyunca boynuzum çıkıyormuş gibi dolaşmak zorunda kaldım. Neyse işte geceler böyle...
Oğlumun sabaha kadar deliksiz uyuyacağı günleri iple çekiyorum. Performansına bakılırsa o günler çok yakın görünmüyor ama sabırla bekliyorum ne yapayım?.. Gerçi zaman zaman acaba sütleri sağıp, stoklayıp iki gün kendimi yatak odasına kilitlesem mi diye niyeti bozmuyor değilim ama yapamam çünkü ben oğlumu bir saat görmesem özlüyorum:)
Utku gece olduğu gibi gündüz de en fazla bir saatte bir emmek istiyor. Hatta dün akşam iki saat içinde beş kere emerek pik yaptı.. Sanırım uzmanların kilo vermek için az ve sık yiyin önerisini dinliyor bizimki ama tezlerini de çürütüyor bi yandan. Çünkü 4,5 aylık bir bebek olarak 9 kiloyu geçkin kendileri.
5 Aralık 2011 Pazartesi
İlk hastane maceramız..
Paşam muhtemelen anne sütünün mucizevi etkisiyle şimdiye kadar, burun tıkanıklıklarımız hariç, hiç ciddi bir rahatsızlık geçirmedi. Antalya'dan döndükten sonraki salı günü de bütün diğer günlerimiz gibi gayet mutlu ve gülerek başlamıştı. Ne olduysa öğlene doğru oldu. O gün de Utku’nun, 3 ay sonra doğan uzaktan kuzeni Bora’nın bebek mevlüdüne gidecektik. Kısmet olmadı.. Öğlene doğru Utku garip ağlama nöbetlerine tutulmaya başladı. Ben Utku’nun anlamsız ağlamalarına çok alışık olduğum için normalde hiç panik yapmam. Hatta zaman zaman o ağlarken benim onun yüzüne bakarak öylece durmam etrafta garip karşılanır. Çünkü genelde biraz tecrübe, biraz da annelik iç güdüsüyle bişey olmadığını, biraz sonra susacağını bilirim. Ama o gün ağlaması bir değişikti. Durup durup sanki bi yerine sancı giriyormuş gibi çığlığı basıyordu. Sonunda dayanamayıp babasını aradım. Hastanelere, doktorlara, ilaçlara son derece karşı olan babamız ‘bişeyi yoktur geçer’ dedi her zamanki gibi. Ama geçmiyordu işte. Sonunda komşu bile kapıyı çaldı ne oluyor diye bakmak için. O da bi süre susturmayı deneyip susturamadıktan sonra, doktora götürelim istersen dedi. Ben de ona eşimin az sonra geleceğini söyleyip, Zafer’e tekrar telefon ettim. Böylece Utku’u alıp ilk kez acil bi şekilde hastaneye götürdük. Ama beyimiz hastaneye gidene kadar çoktan susmuştu bile. Neyse ki kendi doktorumuz öğlen arası olmasına rağmen bizi muayene etmeyi kabul etti. Bu arada zaten rutin muayenemizin de vakti gelmiş olduğu için o da aradan çıkmış oldu. İdrar kültürü, tahlilleri hep temiz çıktı, ben de durumu önceki gün verdiğim elma suyuna bağladım. Sanırım ilk defa anne sütü dışında bir şeyle karşılaşmanın etkisiyle sindirim sisteminde bir sorun yaşadı. Sonra da bir daha böyle bişey yaşamadık, umarım yaşamayız da.. Bu arada ben bu çocuğa boşuna gerçek tosun paşa demiyorum. Kendisi şu anda 67 cm ve 9.100 kg. Maşallahhh, nazar değmesin paşama:)
Utku musun, Bora mı?
Eskiden beri, çocuğum olursa koyarım dediğim bir sürü isim geldi geçti hayatımdan. Ama ne Utku onlardan biriydi, ne de Bora. Tamer vardı, Selim vardı, Can bile vardı. Aslında her zaman kızım olacağını düşündüğüm için, daha çok kız isimleri düşünürdüm. Bebeğimizin erkek olduğunu öğrendiğimiz zaman başladık isim araştırmaya. Koskoca isimler sözlüğü kitabını devirdik. Benim beğendiğim birkaç ismi Zafer beğenmedi, onun beğendiklerini ben. Çok soğuk bir isim dedik koymadık, çok uzun dedik koymadık, unisex dedik koymadık, Türkçe karakter var dedik koymadık. Derken derken elimizde isim kalmadı. Sonunda biraz hoşuma giden Utku isminin anlamının zafer olduğunu öğrenince iyice sıcak bakmaya başladım. Bunu Zafer’e söylediğimde, fikir onun da hoşuna gitti sanırım ve sonunda Utku koymaya karar verdik. Eğer Utku ileride yurt dışına giderse, yabancılar bu öztürkçe ismi söylemekte zorlanabilirler diye de yurtdışında da kullanılan Bora ismini de eklemeye karar verdik. Hem de bu iki isim birbirlerini dengeler diye düşünüyorum. Çünkü biri daha iyi huylu bi isimken biri daha baskın ve şiddet içeren bi isim. Evet, bütün bu analizler sonucunda biz oğlumuza Utku Bora ismini koyup yalnızca Utku ismini kullanmaya karar verdik. Bizim düşüncemize göre Bora kimlikte kalacak, Utku ilerde isterse kendisi bu ismi de kullanabilecekti. Ama şu anda, biz oğluşumuza Utku derken, dedeleri daha çok beğendikleri Bora ismini kullanıyorlar. Teyze oğlu Arda abimiz de şimdilik Ukuku diyor. Adıyla yaşasın, adı gibi zaferler kazanıp, bora gibi essin benim canım oğlum…
Emzirmek
Emzirmek doğumdan sonra dünyanın en güzel şeyi.. İnanılmaz muhteşem bi duygu. Oğlumun karnı acıktığında ıh ıh diye aranırken süte kavuştuğunda mest olup kana kana içmesi çok hoşuma gidiyor. Eğer mümkünse her kadın bu duyguyu yaşamalı diye düşünüyorum. Yalnız güzel olduğu kadar da zor. Yeni doğan bebekle bu uyumu yakalamak kolay olmuyor. Biz de paşamla bu işi kıvırana kadar baya bi zorlandık. Önce süt gelmedi, sonra Utku alamadı, sonra süt sağma makinası kabusum oldu. Bu kadar zor olacağı içime doğmuş herhalde ki, doğuma yakın en çok dert edindiğim konulardan biri buydu. Sürekli nasıl emzireceğim ya emziremezsem diye düşünüp duruyordum, hatta kabuslar görüyordum. Ama sonunda başardık. Babişkosunun tabiriyle Utku artık süt kebapları götürüyor bir güzel.
Bu arada geçen gün bir tv dizisinde şöyle bir sahneye tanık oldum. Yeni doğum yapmış anneye bebek görmeye gelen kadınlar, emzirmenin ne kadar iğrenç bişey olduğunu, hayatta emzirmeyeceklerini anlatıyorlardı. Bir tanesi 'o ne öyle, memenden bi sıvı(!) geliyor, bebek de bunu emerek besleniyor, ne iğrençç!!' diyordu. Çok yadırgadım. Nasıl bu kadar düşüncesizce hareket edebiliyorlar anlamıyorum. Üstelik emzirmenin bu kadar teşvik edildiği bir dönemde..
Bu arada geçen gün bir tv dizisinde şöyle bir sahneye tanık oldum. Yeni doğum yapmış anneye bebek görmeye gelen kadınlar, emzirmenin ne kadar iğrenç bişey olduğunu, hayatta emzirmeyeceklerini anlatıyorlardı. Bir tanesi 'o ne öyle, memenden bi sıvı(!) geliyor, bebek de bunu emerek besleniyor, ne iğrençç!!' diyordu. Çok yadırgadım. Nasıl bu kadar düşüncesizce hareket edebiliyorlar anlamıyorum. Üstelik emzirmenin bu kadar teşvik edildiği bir dönemde..
Evlat emek demek...
Nereden duyduğumu hatırlamadığım bi söz geldi aklıma. Bir insan annesini, babasını kaybettiğinde de çok üzülürmüş ama en çok evladını kaybettiğinde üzülürmüş. Çünkü anne-baba insanın geçmişi, evladı geleceğiymiş. Doğru bi söz aslında ama düşününce aklıma bişey daha geldi. Evlat demek emek demek. İnanılmaz bir emek.. bu kadar emek verdiğin bişeyi kaybetmek bence asıl zor olan. Bu düşünce de geçen gün arkadaşımla, hastanede bebekleri karışan biri Türk, biri Suriyeli iki ailenin 10 yaşına gelen çocukları değişmeleriyle ilgili haber üzerine konuşurken geldi. Dedim ki, ‘sadece 4 ay, 20 gündür Utku’nun annesiyim ama ‘bebeğiniz hastanede karışmış, değiştireceğiz’ deseler veremem. Nasıl 10 yaşındaki çocukları değişmişler, hayret’…Ama bir yandan da diğer taraftaki de gerçek çocuğun, onu da almadan edemezsin.. Off neyse, düşüncesi bile huzursuz etti, Allah korusun herkesi..
30 Kasım 2011 Çarşamba
Ek gıdaya geçiş
Utku’nun ek gıdaya başlaması konusunda nedense hep çok heyecanlı oldum. İlk kez ağzına anne sütü dışında bir şey koyacağım günü iple çektim. Vereceği tepkiyi çok merak ettim. Bu yüzden her ne kadar doktorlar ilk 6 ay sadece anne sütü dese de ben 4. ayı dolduğunda bir şeyler tattırmayı çoktan kafama koymuştum. Çünkü 4. aydan sonra bebeklerin sindirim sistemi ek gıdaya hazır oluyormuş ama anne sütü ihtiyacını karşıladığı için gerek yokmuş.Ve 4.ayımız dolduğu gün elma suyuyla denemelere başladık. Sadece 1 tatlı kaşığı kadar elma suyunu şapırdata şapırdata içti oğlum. Sevdi de sanırım. 2-3’er gün arayla armut suyu ve havuç suyunu da denedik. Havuç suyunu biraz garipsese de onu da içti. Fakat bi kaç gün sonra sıra kabağa geldiğinde işin rengi birazcık değişti. ‘Anne sen de iyice kabak tadı verdin artık’ der gibi baktı resmen. Bi kaç gün sonra tattırdığım patates püresine de çok sıcak bakmadığını söyleyebilirim. Ama sıradaki elma püresini kolayca benimsedi. Annesi gibi tatlıyı sevecek benim tatlı oğlum. Yalnız ağzında bişey varken hapşırmaması gerektiğini, en azından ağzını kapatmasını öğretmem lazım bu oğlana. Yoksa daha çok yüzüm gözüm elma püresi olur benim.
14 Kasım 2011 Pazartesi
İlk tatilimiz
Utku’yla çıkacağımız ilk tatilin planı filizlenmeye başladığında sanırım Utku bir buçuk aylık falandı. Eşimin arkadaşı, Kurban Bayramı tatili için kalabalık bir grupla planladıkları tatile bizi de davet ettiklerinde üstünde pek düşünmeye bile gerek duymadan konuyu kapatmıştık. Birkaç gün sonra konu tekrar gündeme geldi. Bu sefer oturup enine boyuna konuştuk, acaba olabilir mi diye. Ben inatla tatilin benim için sadece yorgunluk olacağını, orada zafer tatil yaparken benim bebek bakıcılığı yapacağımı savundum durdum. Tatilin benim için yan gelip yatma yeri olmayacağı aşikardı fakat bir yandan da değişik bir yerler görmek, değişik bir ortama girmek, arkadaşlarla vakit geçirmek fikri de oldukça sıcak gelmeye başlamıştı. Uzun istişareler sonunda kafamızda şüphelerle tatile gitmeye karar verdik. Yolda, havaalanında, uçakta, otelde havuz başında vs utku gibi ne zaman acıkacağı belli olmayan bi bebeği nasıl emzireceğim? Uçakta ağlayacak mı? O kadar uzak bi seyahatten sonra uyku düzeni bozulur mu? Hasta olur mu? Huysuzluk yapıp bana tatili zehir eder mi? Soruları ve daha niceleri tatile gidip dönene kadar beynimi kemirdi durdu. Bütün bunların yanında şöyle önemli bir nokta daha var ki ben şimdiye kadar ki bütün bayram tatili planlarını reddetmiştim çünkü bayramları çok önemser ve ailemle birlikte olup büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperek geçirmeyi tercih ederim. Ama işte bir anlık gaza gelmem sonucu tatil planı yapıldı, rezervasyonlar yaptırıldı, uçak biletleri alındı ve biz dönüşü olmayan bir yola girdik.
11 Ekim 2011 Salı
Paşamla ilk bir ayımız
15 temmuz cuma günü sabah saat 10.35'te oğlum spinal sezeryan doğumla dünyaya geldi. Doğduğunda tam 3.770 kiloydu. O an bişey anlayamamıştım ama şimdi düşünüyorum da, şu an yatağında uyuyan bu muhteşem varlığın benim karnımdan çıkma anı Allah'ın bi mucizesiydi. Bambaşka bişey, tarifi yok.
Sonra ben odama çıkarılırken, onu da gerekli tetkikleri yapmak üzere yeni doğan ünitesine götürdüler. Orada mamayla beslemiş hemşire teyzeleri. Benim sütüm daha gelmemişti. Bu arada ziyaret saati 13.30 olduğu için eşim, annem, babam, kayınvalidem, kayınpederim ve görümcem bebeği ancak o saatte, o da camın arkasından görebildiler. Akşama doğru elektrikli pompayla sütümü sağmaya çalıştım, az bişey geldi. Annem götürdü, bebeğe versinler diye, oğlum ilk bi kaç damla anne sütünü bu şekilde almış oldu. Akşam sezeryandan sonra ilk defa ayağa kalktım bi kaç adım yürüyüşten sonra oğluşumun yanına gitmek istedim. Yeni doğan ünitesine gitmek için uzun uzun koridorlardan geçip merdivenler çıkmak gerekiyordu ama hiç biri gözümde yoktu ki sadece biricik oğlumu görmek istiyordum. Bana kalsa koşarak bile giderdim ama hemşireler yürüyerek gidersem başım dönebileceğini bu yüzden tekerlekli sandalyeyle gidebileceğimi söylediler. Hasta bakıcı beni oraya kadar götürdü. Bebeğimi gördüm, ödemlerden dolayı yüzü, gözleri, elleri yumuk yumuktu. Yeni doğan bölümüne dışarıdan giysi almadıkları için ellerindeki kıyafetlerden giydirmişlerdi bu yüzden oğlumun başında noel baba şapkası vardı:)) Onun için ilk fotoğrafları noel baba gibi. (Burada söylemek istediğim ilginç bir şey daha var. Hamileyken kime çok bakarsan bebek ona benzer derler ya, ben de pc'min ekranına eskiden beri çok sevdiğim bi bebek resmi koymuştum. hamileliğim boyunca bu resme baktım. Utku profilden bu bebeğe benziyor şu anda. Ve doğduğu anda başına noel baba şapkası takılması da sevimli bi tesadüf oldu sanırım)
Hemşirelere bebeğimi emzirmek istediğimi söyledim. Onlar da karnını doyurduklarını, sabah gelmemi söylediler. Geri döndüm ve sabah tekrar gittim. Hemşire bana bezle ve doyur annesi dedi. Öyle bakakaldım, çünkü nasıl yapacağım hakkında gerçekten hiç bir fikrim yoktu. Yandaki bebeğin annesi bebeğin altını değiştirirken, çaktırmadan ona baka baka, oğlumun altının ilk kez temizledim. Çırpı gibi bacakları vardı. İnsan tutmaya korkar, çıt diye kırılıverecek gibi. Sonra emzirmeye çalıştım ama olacak gibi değildi. Ben de biberonla mama verdim.
Sonra aynı gün öğleden sonra oğlumu odama yanıma getirdiler. Ondan sonra hastaneden çıkana kadar deliller gibi emzirmeye çalıştık. Bu emzirme çalışmalarına katılmayan kalmadı. Annem, eşim, hemşireler, kayınvalidem... Biri bebeği tutar biri göğsümü mıncıklar falan filan. Sonuçta bizim beyzade bi türlü etkili bi biçimde ememedi. Ben de pompayla sağıp vermeye devam ettim. Bu arada cumarteside salıya kadar gece de gündüz de hiç uyumadım. Gündüz vakit bi şekilde geçiyordu da geceleri bebeğime bişey olacak korkusuyla başında nöbet tutuyordum.
Pazartesi günü oğlumun işitme testi, hepatit aşısı vs. de yapıldıktan sonra salı günü hastaneden çıkış işlemlerimizi tamamladık. Çıkmadan önce tam 4 tane biberon süt sağmıştım. Yolda emziremem diye. Hastaneden çıktıktan sonra bahçelide hostaya gidip yemek yedik. Bizim minnoş ilk defa gün ışığıyla tanışmış oldu böylece. Doğuma yaklaşırken en büyük endişelerimden biri Ankara'dan evimize nasıl döneceğimiz konusuydu. Çünkü temmuzun sıcağında minicik bebekle 3-4 saat yol gitmemiz gerekecekti. Neyse ki yolculuğumuz sorunsuz geçti. oğlum bütün yol boyunca uyuyup sadece karnını doyurmak için uyandı.
Ve akşam 6 civarlarında bebeğimiz evi ve odasıyla ilk defa tanışmış oldu. Odadaki çekyata yatırıp altını değiştirmek istediğimizdeyse bi güzel her tarafa kakasını yapıp memnuniyetini göstermiş oldu. Bu arada evde pompamız da olmadığı için oğlum ve ben emzirme işlemini mecburen başarmak zorunda kaldık. Zaten emmek zorundaydı çünkü göğüslerim o kadar çok dolmuştu ki artık ağrımaya başlamıştı.
İki gece evimizde kaldıktan sonra kayınvalidemin evine geçtik. Bebeğim doğduğu günden beri bence oldukça huzurlu ve mutlu bir bebekti yalnız akşam oldu mu nedensiz bir ağlama nöbetine tutuluyordu. İlk defa 9. günümüzde ablamlar oturmaya geldiğinde akşam çılgınca ağlamaya başladı. Bi türlü susturamadım. Oğlumla odadan hiç çıkamadım. Sonra ertesi gün altını değiştirirken bir baktım ki oğluşumun göbek bağı pıt diye düşüverdi. Belki de onun için çok ağladı miniğim diye düşündüm o an. Ama ondan sonraki akşamlarda da bu ağlamalar hep devam etti. Belki de gazdan dolayı karnı ağrıyordu bilemiyorum. Geceleri ağlaması yoktu neyse ki. 2 saatte bir emmek için uyanıyordu. Daha doğrusu uyanmadan ağlıyor, sonra karnı doyunca uyumasına devam ediyordu. Bende her uyanışımda ya uyanmazsa diye saatimi iki buçuk saat sonrasına kuruyordum. 10. günümüzde sağlık ocağına topuk kanı aldırmaya gittik. Sanırım 20. günü falandı bir pazar günü, oğlum sabahtan akşama kadar hiç durmadan emdi. 10dk dinleniyor sonra yine emiyor göğsümde uyuyor. Göğüs uçlarım yara oldu. İnanılmaz acı çekmeye başladım emzirirken. O zaman dedim ki sanırım oğlum beni emzik niyetine kullanıyor. Ve emzik vermeye karar verdim. Eşim karşı çıktı, sen nasıl annesin, bebeğini kandırıyorsun yalancı memeyle dedi. Bir gün denemek için ağzına emziği verdim, hemen emmeye başladı, gözlerini kocaman kocaman açmış bana bakıyordu bi de, içim acıdı resmen Allah'ım ben bebeğime ne yapıyorum dedim, çıkarıverdim ağzında emziği. Ama sonradan anladım ki saçmalamışım. Emmek bebekler için bi ihtiyaç ve bu şekilde kendilerini rahatlatıyorlar. Ayrıca hiç bir bebek aç olduğu halde emziğe kanmaz, atıp ağlamaya başlar. Daha sonra verdim emziği şimdi emiyor ikimiz de huzurluyuz mutluyuz...
Oğlum 1. ayına yaklaşırken kendi evimize geldik. Ve oğlum ilk defa kendi beşiğinde uyumaya başladı. Oğlumla başbaşa olmak bambaşka bi keyifti benim için, başkalarının yanında kuramadığımız iletişimi kurmaya başlamıştık. Bu arada kırkı çıkana kadar da annem her gün geldi banyosunu yaptırdık. Sonrasında da iki günde bir bazen annemle bazen eşimle banyo yaptırmaya devam ettik. Sonra daha iki aylıkken ilk defa kendim banyo yaptırdım bebeğimi. Zaten banyo yapmayı çok seviyordu ilk günden beri. Şimdi de filenin üstüne yatırıyorum. O da öylece su dökmemi bekliyor mutlu mutlu.
İki ayı daha yeni dolmuştu emzirirken bi an başını kaldırdı ve bana gülümsedi oğlum, inanılmaz bir mutluluktu benim için. Sonraları oğlumun akşamları olan sebepsiz ağlamaları baya baya azaldı. Sadece uykusu geldiğinde ağlamaya başlıyor. Ben de bazen ayağımda sallıyorum bazen göğsüme yatırıyorum o şekilde uyuyor. Dün akşam hiç bi şekilde uyumadı. Bi yatağına yatırayım uyuyacak mı bakalım dedim. Yatırdım ve uyudu. Bunu bekliyormuş sanki oğlum. Bu arada bi süredir ellerini ağzına sokmaya çalışıyordu. İki hafta önce onu da başardı. Emziği düşünce iki elini birden ağzına sokmaya çalışıyor. İşaret parmaklarını ağzına sokuyor. Her tarafını tükürük yapıyor.
Geçen hafta pazartesi günü babamız grip oldu. Gecesi oğlumun burnu tıkandı. Sonraki iki gece pek uyumadı, doğru düzgün emmedi. Okyanus suyuyla burnunu temizledik bir kaç kere şimdi çok şükür hepimiz iyiyiz.
Sonra ben odama çıkarılırken, onu da gerekli tetkikleri yapmak üzere yeni doğan ünitesine götürdüler. Orada mamayla beslemiş hemşire teyzeleri. Benim sütüm daha gelmemişti. Bu arada ziyaret saati 13.30 olduğu için eşim, annem, babam, kayınvalidem, kayınpederim ve görümcem bebeği ancak o saatte, o da camın arkasından görebildiler. Akşama doğru elektrikli pompayla sütümü sağmaya çalıştım, az bişey geldi. Annem götürdü, bebeğe versinler diye, oğlum ilk bi kaç damla anne sütünü bu şekilde almış oldu. Akşam sezeryandan sonra ilk defa ayağa kalktım bi kaç adım yürüyüşten sonra oğluşumun yanına gitmek istedim. Yeni doğan ünitesine gitmek için uzun uzun koridorlardan geçip merdivenler çıkmak gerekiyordu ama hiç biri gözümde yoktu ki sadece biricik oğlumu görmek istiyordum. Bana kalsa koşarak bile giderdim ama hemşireler yürüyerek gidersem başım dönebileceğini bu yüzden tekerlekli sandalyeyle gidebileceğimi söylediler. Hasta bakıcı beni oraya kadar götürdü. Bebeğimi gördüm, ödemlerden dolayı yüzü, gözleri, elleri yumuk yumuktu. Yeni doğan bölümüne dışarıdan giysi almadıkları için ellerindeki kıyafetlerden giydirmişlerdi bu yüzden oğlumun başında noel baba şapkası vardı:)) Onun için ilk fotoğrafları noel baba gibi. (Burada söylemek istediğim ilginç bir şey daha var. Hamileyken kime çok bakarsan bebek ona benzer derler ya, ben de pc'min ekranına eskiden beri çok sevdiğim bi bebek resmi koymuştum. hamileliğim boyunca bu resme baktım. Utku profilden bu bebeğe benziyor şu anda. Ve doğduğu anda başına noel baba şapkası takılması da sevimli bi tesadüf oldu sanırım)
Hemşirelere bebeğimi emzirmek istediğimi söyledim. Onlar da karnını doyurduklarını, sabah gelmemi söylediler. Geri döndüm ve sabah tekrar gittim. Hemşire bana bezle ve doyur annesi dedi. Öyle bakakaldım, çünkü nasıl yapacağım hakkında gerçekten hiç bir fikrim yoktu. Yandaki bebeğin annesi bebeğin altını değiştirirken, çaktırmadan ona baka baka, oğlumun altının ilk kez temizledim. Çırpı gibi bacakları vardı. İnsan tutmaya korkar, çıt diye kırılıverecek gibi. Sonra emzirmeye çalıştım ama olacak gibi değildi. Ben de biberonla mama verdim.
Sonra aynı gün öğleden sonra oğlumu odama yanıma getirdiler. Ondan sonra hastaneden çıkana kadar deliller gibi emzirmeye çalıştık. Bu emzirme çalışmalarına katılmayan kalmadı. Annem, eşim, hemşireler, kayınvalidem... Biri bebeği tutar biri göğsümü mıncıklar falan filan. Sonuçta bizim beyzade bi türlü etkili bi biçimde ememedi. Ben de pompayla sağıp vermeye devam ettim. Bu arada cumarteside salıya kadar gece de gündüz de hiç uyumadım. Gündüz vakit bi şekilde geçiyordu da geceleri bebeğime bişey olacak korkusuyla başında nöbet tutuyordum.
Pazartesi günü oğlumun işitme testi, hepatit aşısı vs. de yapıldıktan sonra salı günü hastaneden çıkış işlemlerimizi tamamladık. Çıkmadan önce tam 4 tane biberon süt sağmıştım. Yolda emziremem diye. Hastaneden çıktıktan sonra bahçelide hostaya gidip yemek yedik. Bizim minnoş ilk defa gün ışığıyla tanışmış oldu böylece. Doğuma yaklaşırken en büyük endişelerimden biri Ankara'dan evimize nasıl döneceğimiz konusuydu. Çünkü temmuzun sıcağında minicik bebekle 3-4 saat yol gitmemiz gerekecekti. Neyse ki yolculuğumuz sorunsuz geçti. oğlum bütün yol boyunca uyuyup sadece karnını doyurmak için uyandı.
Ve akşam 6 civarlarında bebeğimiz evi ve odasıyla ilk defa tanışmış oldu. Odadaki çekyata yatırıp altını değiştirmek istediğimizdeyse bi güzel her tarafa kakasını yapıp memnuniyetini göstermiş oldu. Bu arada evde pompamız da olmadığı için oğlum ve ben emzirme işlemini mecburen başarmak zorunda kaldık. Zaten emmek zorundaydı çünkü göğüslerim o kadar çok dolmuştu ki artık ağrımaya başlamıştı.
İki gece evimizde kaldıktan sonra kayınvalidemin evine geçtik. Bebeğim doğduğu günden beri bence oldukça huzurlu ve mutlu bir bebekti yalnız akşam oldu mu nedensiz bir ağlama nöbetine tutuluyordu. İlk defa 9. günümüzde ablamlar oturmaya geldiğinde akşam çılgınca ağlamaya başladı. Bi türlü susturamadım. Oğlumla odadan hiç çıkamadım. Sonra ertesi gün altını değiştirirken bir baktım ki oğluşumun göbek bağı pıt diye düşüverdi. Belki de onun için çok ağladı miniğim diye düşündüm o an. Ama ondan sonraki akşamlarda da bu ağlamalar hep devam etti. Belki de gazdan dolayı karnı ağrıyordu bilemiyorum. Geceleri ağlaması yoktu neyse ki. 2 saatte bir emmek için uyanıyordu. Daha doğrusu uyanmadan ağlıyor, sonra karnı doyunca uyumasına devam ediyordu. Bende her uyanışımda ya uyanmazsa diye saatimi iki buçuk saat sonrasına kuruyordum. 10. günümüzde sağlık ocağına topuk kanı aldırmaya gittik. Sanırım 20. günü falandı bir pazar günü, oğlum sabahtan akşama kadar hiç durmadan emdi. 10dk dinleniyor sonra yine emiyor göğsümde uyuyor. Göğüs uçlarım yara oldu. İnanılmaz acı çekmeye başladım emzirirken. O zaman dedim ki sanırım oğlum beni emzik niyetine kullanıyor. Ve emzik vermeye karar verdim. Eşim karşı çıktı, sen nasıl annesin, bebeğini kandırıyorsun yalancı memeyle dedi. Bir gün denemek için ağzına emziği verdim, hemen emmeye başladı, gözlerini kocaman kocaman açmış bana bakıyordu bi de, içim acıdı resmen Allah'ım ben bebeğime ne yapıyorum dedim, çıkarıverdim ağzında emziği. Ama sonradan anladım ki saçmalamışım. Emmek bebekler için bi ihtiyaç ve bu şekilde kendilerini rahatlatıyorlar. Ayrıca hiç bir bebek aç olduğu halde emziğe kanmaz, atıp ağlamaya başlar. Daha sonra verdim emziği şimdi emiyor ikimiz de huzurluyuz mutluyuz...
Oğlum 1. ayına yaklaşırken kendi evimize geldik. Ve oğlum ilk defa kendi beşiğinde uyumaya başladı. Oğlumla başbaşa olmak bambaşka bi keyifti benim için, başkalarının yanında kuramadığımız iletişimi kurmaya başlamıştık. Bu arada kırkı çıkana kadar da annem her gün geldi banyosunu yaptırdık. Sonrasında da iki günde bir bazen annemle bazen eşimle banyo yaptırmaya devam ettik. Sonra daha iki aylıkken ilk defa kendim banyo yaptırdım bebeğimi. Zaten banyo yapmayı çok seviyordu ilk günden beri. Şimdi de filenin üstüne yatırıyorum. O da öylece su dökmemi bekliyor mutlu mutlu.
İki ayı daha yeni dolmuştu emzirirken bi an başını kaldırdı ve bana gülümsedi oğlum, inanılmaz bir mutluluktu benim için. Sonraları oğlumun akşamları olan sebepsiz ağlamaları baya baya azaldı. Sadece uykusu geldiğinde ağlamaya başlıyor. Ben de bazen ayağımda sallıyorum bazen göğsüme yatırıyorum o şekilde uyuyor. Dün akşam hiç bi şekilde uyumadı. Bi yatağına yatırayım uyuyacak mı bakalım dedim. Yatırdım ve uyudu. Bunu bekliyormuş sanki oğlum. Bu arada bi süredir ellerini ağzına sokmaya çalışıyordu. İki hafta önce onu da başardı. Emziği düşünce iki elini birden ağzına sokmaya çalışıyor. İşaret parmaklarını ağzına sokuyor. Her tarafını tükürük yapıyor.
Geçen hafta pazartesi günü babamız grip oldu. Gecesi oğlumun burnu tıkandı. Sonraki iki gece pek uyumadı, doğru düzgün emmedi. Okyanus suyuyla burnunu temizledik bir kaç kere şimdi çok şükür hepimiz iyiyiz.
26 Temmuz 2011 Salı
Doğum hikayemiz
Bana 9 sene gibi gelen 9 ayın sonunda nihayet doğum yaptım. Normal doğumu çok istediğim halde bazı nedenlerden dolayı sezeryana kadar vermiştik. Doktorumuz doğum için 15 Temmuza gün vermişti. Ben hem genel anesteziden korktuğum için, hem de bebeğimin doğduğu anı kaçırmak istemediğim için spinal anesteziyi tercih etmiştim. Doktorumun da tercihi oydu. 14 temmuz akşamı hastaneye yattık. Ertesi sabah erkenden doğuma alınacaktım. Doğumla ilgili hiç bir korkum yoktu. Doğum öncesi süreçte kendimi çok kolay olacağına inandırmıştım çünkü. 15 Temmuz sabahı beni doğumhaneye aldılar. Ben orada ameliyathaneye indirilmek için beklerken yanımda bir kadın 8 aylık ölü doğum yaptı. Bebeği karnında ölmüş. Sonra hemşirenin bir tanesi ölü bebeğin babasını Zafer sanıp onu çağırmış ve işte bebeğiniz diye ölü bebeği göstermiş. İnanılacak gibi değil, kabus sanki. Neyse ki benim kocacığım aklıselim sahibi bir insan olduğu için inanmamış hemşireye, benim eşim daha inmedi aşağı demiş sonra da gerçek ortaya çıkmış zaten. Sonra beni ameliyathaneye indirdiler. Doğum yapacağım odanın kapısında sedyeyle diğer hastanın çıkmasını beklerken, doktorumun asistanı geldi, beni sakinleştirmek için korkmamamı, çok kolay olacağını söyledi. ben de çok rahatım dedim ve nihayet beni ameliyat odasına aldılar. masaya oturdum. anestezistler geldi. hepsi inanılmaz şeker insanlardı. hep beni rahatlatmaya çalıştılar. zaten yanlarında gerilmek de imkansızdı. iğneyi yapacak olan doktor, 6 ay önce ben de spinal yaptım. inan en güzelini yapıyorsun dedi. Sonra onların direktifiyle başımı iyice öne doğru eğip kedi gibi kamburumu çıkardım, omuzlarımı aşağı düşürdüm. İğne girince irkilme sakın dediler. nefesimi bile tuttum hiç kımıldamadım. İğne önceki akşam elimin üstüne açılan damar yolu kadar bile acımadı. Bir kaç saniye içinde bacaklarımdan aşağı bir sıcaklık indi. beni hemen sırt üstü yatırdılar. o kadar ilginç bir duygu ki tarifi zor. Anestezi doktorunun dediği gibi sanki uzayda yürüyormuşsunuz gibi bir his.sonra önüme perde gerdiler. Sonra doktorum gelip operasyona başladı. Ne kadar sürdüğünü tam bilmiyorum ama belki 10 belki 15 dk sonra doktorum ooo kocaman bir oğlun oldu dedi. Kilosu 3770. Ve onu gördüm.. dünyamı aydınlatan hayat ışığım.. Çocuk doktorları alıp ilk kontrollerini yapıp götürdüler. Dikiş faslı da kısacık sürdü. Sonra bir süre ayılma odasında kaldım, oradayken ayaklarımı değil ama kalçamı hafif hareket ettirebilmeye başlamıştım. Sonra odama çıkarıp yatağıma yatırdılar. 2-3 saat sonra uyuşukluk tamamen geçmişti. akşama kadar kımıldamadan yattım, biraz kanamam oldu. Akşam saat 9da hemşire geldi beni ayağa kaldırıp bir kaç adım attırdı,o kısımda biraz zorlandım ama kısa sürdü. Saat başı kalkıp yürüyeceksin dedi. Dikişlerini tutmadan, yukarı bakarak... Ben de dediğini yaptım. Yapmak için kendimi zorladım, ve ertesi gün hastanenin koridorlarında hiç sezeryan olmamış gibi dolanıp duruyordum. Görenler hayret ediyordu. Yalnız oturup kalkarken, yatıp kalkarken zorlandım ilk zaman. Sonra o da geçti. O kadar ki bebişim ağlayınca yataktan fırlıyordum unutup, sonra dikişimin acısıyla kendime geliyordum. Böylece hastanede geçirdiğimiz 4 günün ardından, iki kişi çıktığımız evimize üç kişi olarak döndük.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)












