30 Kasım 2011 Çarşamba

Ek gıdaya geçiş


Utku’nun ek gıdaya başlaması konusunda nedense hep çok heyecanlı oldum. İlk kez ağzına anne sütü dışında bir şey koyacağım günü iple çektim. Vereceği tepkiyi çok merak ettim. Bu yüzden her ne kadar doktorlar ilk 6 ay sadece anne sütü dese de ben 4. ayı dolduğunda bir şeyler tattırmayı çoktan kafama koymuştum. Çünkü 4. aydan sonra bebeklerin sindirim sistemi ek gıdaya hazır oluyormuş ama anne sütü ihtiyacını karşıladığı için gerek yokmuş.Ve 4.ayımız dolduğu gün elma suyuyla denemelere başladık. Sadece 1 tatlı kaşığı kadar elma suyunu şapırdata şapırdata içti oğlum. Sevdi de sanırım. 2-3’er gün arayla armut suyu ve havuç suyunu da denedik. Havuç suyunu biraz garipsese de onu da içti. Fakat bi kaç gün sonra sıra kabağa geldiğinde işin rengi birazcık değişti. ‘Anne sen de iyice kabak tadı verdin artık’ der gibi baktı resmen. Bi kaç gün sonra tattırdığım patates püresine de çok sıcak bakmadığını söyleyebilirim. Ama sıradaki elma püresini kolayca benimsedi. Annesi gibi tatlıyı sevecek benim tatlı oğlum. Yalnız ağzında bişey varken hapşırmaması gerektiğini, en azından ağzını kapatmasını öğretmem lazım bu oğlana. Yoksa daha çok yüzüm gözüm elma püresi olur benim.

14 Kasım 2011 Pazartesi

İlk tatilimiz

Utku’yla çıkacağımız ilk tatilin planı filizlenmeye başladığında sanırım  Utku bir buçuk aylık falandı. Eşimin arkadaşı, Kurban Bayramı tatili için kalabalık bir grupla planladıkları tatile bizi de davet ettiklerinde üstünde pek düşünmeye bile gerek duymadan konuyu kapatmıştık. Birkaç gün sonra konu tekrar gündeme geldi. Bu sefer oturup enine boyuna konuştuk, acaba olabilir mi diye. Ben inatla tatilin benim için sadece yorgunluk olacağını, orada zafer tatil yaparken benim bebek bakıcılığı yapacağımı savundum durdum. Tatilin benim için yan gelip yatma yeri olmayacağı aşikardı fakat bir yandan da değişik bir yerler görmek, değişik bir ortama girmek, arkadaşlarla vakit geçirmek fikri de oldukça sıcak gelmeye başlamıştı. Uzun istişareler sonunda kafamızda şüphelerle tatile gitmeye karar verdik. Yolda, havaalanında, uçakta, otelde havuz başında vs utku gibi ne zaman acıkacağı belli olmayan bi bebeği nasıl emzireceğim? Uçakta ağlayacak mı? O kadar uzak bi seyahatten sonra uyku düzeni bozulur mu? Hasta olur mu? Huysuzluk yapıp bana tatili zehir eder mi? Soruları ve daha niceleri tatile gidip dönene kadar beynimi kemirdi durdu. Bütün bunların yanında şöyle önemli bir nokta daha var ki ben şimdiye kadar ki bütün bayram tatili planlarını reddetmiştim çünkü bayramları çok önemser ve ailemle birlikte olup büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperek geçirmeyi tercih ederim. Ama işte bir anlık gaza gelmem sonucu tatil planı yapıldı, rezervasyonlar yaptırıldı, uçak biletleri alındı ve biz dönüşü olmayan bir yola girdik.

 Ve sonunda tatil zamanı geldi çattı. 5 Kasım Cumartesi günü Ankara’ya gitmek üzere yollara düştük. Utku her zamanki gibi çakma ana kucağında durmayıp, gerçek ana kucağında uyumayı tercih etti. Öğleden sonra Ankara’ya vardığımızda uzun zamandır Ankara’dan alacağız diye erteleyip durduğumuz Utku Paşa için kaban bakma işine giriştik. Öncesinde internetten uzun süre araştırmıştık. En çok beğendiğimiz modeller Zara baby’deydi. Fakat gittiğimizde hiç bişey bulamadık. Babişkonun almak istediği fil dişi gibi düğmeleri olan, koyu renk kaşe kabanlardan bir tane bulduğumuzda hemen Utkuya giydirip denetmeye karar verdik. Fakat bu deneme, hepimiz için hüsranla sonuçlandı. Çünkü bizim minik sevimli oğlumuz bu siyah kaşe kabanın içinde cüce bir mafya babasına benzedi. Hemen çıkar, çıkar, çıkar diyip, daha bebeksi bir kaban arayışına girdik. Chicco, e-bebek, mothercare, gap, wenice ve daha niceleri. Girdiğimiz hiçbir mağazada gönlümüze göre bir şey bulamadık. Beğendiğim bir iki modelde 200tl’ye yakın olunca, bir süre daha Utku’yu battaniyelere sarmalayarak gezdirme fikrine sıcak bakmaya başladım. Sonunda alışveriş merkezlerinin kapanmasına yarım saat kala Armada’nın en alt katında ayaklarımı sürüye sürüye bebek arabasını itip bir yandan da mağazaların vitrinlerine bakarken, vitrinin birinde ‘hımm, olabilir aslında’ kıvamında bir mont gördüm. Zafer de benimle hem fikir olunca hemen fiyatını sormak için kapıdan içeri girdik. Kasiyer kadın da bir an önce dükkanı kapatıp eve gitme derdinde bir yandan kasayla uğraşırken bir yandan da yüzümüze bile bakmadan 25tl dedi. Hayli yüksek bi fiyattan, tek kaldığı için bu fiyata düşmüş. Hemen aldık tabi, ve şimdi iyi ki de o pahalı montlardan almamışız diyorum, çünkü oğluşum o kadar hızla büyüyor ki aldığımızın içine zor girmeye başladı. Sanırım 1 ay sonra hiç giyemeyecek.

 Bu yorucu günün ardından, Ankara’da üni okuyan, Hülya Teyze’mizin evine vardık. Geceyi orada geçirdikten sonra ertesi gün, yani bayramın ilk günü Antalya’ya gitmek üzere uçağımıza bindik. Utku’nun bebek arabası ve ana kucağını uçağın kapısında görevlilere teslim ettikten sonra kabine geçtik. Verilen bebek kemeriyle Utku’yu kendime bağlayıp beklemeye başladık. Yolculuk hemen hemen 40 dk sürdü. Utku bu sürenin yarısından çoğunu uyuyarak geçirdi. Arada sanırım kulakları rahatsız olduğu için biraz ağladı ama , korktuğum gibi olmadı çünkü, uçak zaten uğultulu olduğu için fazla kimseyi rahatsız etmedik.

 Uçaktan sonra turun servisiyle yarım saat kadar daha gittikten sonra, Belek’teki otelimize ulaştık. Bayram tatili nedeniyle otel oldukça kalabalıktı, fakat Çarşamba günü tatil bitince Türk turistler oteli terk etti, biz de yabancı turistlerle baş başa kaldık. Bu arada Zafer’le tatilin en fazla beş gün olması gerektiği konusunda hem fikir olduk. Fazlası sıkıcı olmaya başlayabiliyor. 

 Odaya girer girmez lcd televizyonu görünce Zafer keşke playstationı getirseydim diye söylenmeye başladı. Allah’tan evde aklına gelmemiş çünkü okey takımı getirmenin ne kadar saçma olduğuna zor ikna etmiştim zaten. İlk gün odamıza Utku’nun yatması için bir park yatak getirdiler. Yalnız bizim tosun paşa daha ona koymaya teşebbüs ettiğimizde bile çığlığı bastığı için tatil boyunca tam ortamızda yattı. İkinci sabah uyanıp Utku’nun yüzüne baktığımda küçük çaplı bir şok yaşadım. Çünkü oğlumun sağ gözü şişip davul gibi olmuştu. O halde bir yandan da gülmesi görülmeye değer, oldukça komik bi görüntüydü ama benim hiç gülecek halim yoktu o durumda. Ne oldu ne oldu diye düşünürken bir yandan da minibardan çıkardığım bira kutusunu çocuğun yüzüne dayamıştım. Acaba otelin doktoruna mı götürsek derken, zaten arkadaşımızın tatilde bizimle olan çocuk doktoru annesine sormak aklımıza gelebildi nihayet. Yarım saat sonra odadan çıkmaya hazır olduğumuzda şişlik de epeyce inmişti. Sanırım gece ağzından düşürdüğü emziğinin üstüne yattı diye düşündüm. Zaten dakikalar sonra da tamamen kayboldu. Neyse ki bu olay da tatilimiz boyunca yaşadığımız tek sağlık sorunumuz oldu.

 Paşam tatil boyunca her akşam en geç 7de uyuyup sabaha kadar uyanmadığı (emmek dışında tabii) için en azından akşamları keyfime bakabildim. Hatta bir akşam Zafer arkadaşlarıyla okey oynarken ben de pusetinde uyuyan Utku’yu babasının yanına bırakıp oteli keşfe çıktım. Ne var ne yok diye diskoya bile gittim. Geri geldiğimde, arkadaşımız, Utku’yla ‘çocuğa bak, babası okeyde, annesi diskoda’ diye dalga geçiyordu.

 Akşamlarımız böyle rahat ve güzel geçtiği halde, gündüzleri biraz zorlandım. Çünkü Utku etrafıyla o kadar ilgili bir bebek ki, eğer etrafta ilgisini çekecek bir şeyler varsa uyumamak için resmen direniyor. Uyumadıkça da huysuzlaşıyor, huysuzlaştıkça uyumuyor. Böyle bi kısır döngünün içinde buluveriyoruz kendimizi. Onun için ilk günler odada kalıp Utku’yu uyutmayı tercih ederken, sonrada otelin muhtelif yerlerinde bulunan sallanan koltukları keşfedince ikimiz de rahata erdik. Biri  yüzme havuzunun başında güneşli, biri süs havuzunun şırıl şırıl su sesi eşliğinde gölgede, biri oyun salonunun yanında vs. her gün başka başka yerlerde sallanarak utku’yu uyuttum. En sevdiğim süs havuzunun başındakiydi, hem serin hem sakin, hem rahat sallandık durduk.






 Bu arada, ben insanların bu kadar bebek meraklısı olduğunu bilmezdim. Hele ki Almanların hiç. Karşıdan gelirken, daha bebek arabasını görür görmez gülümsemeye, sevgi sözcükleri söylemeye başlıyorlar (her ne kadar anlamasam da tahmin etmek zor değil).  Utku otelde o kadar ünlü olmuş ki, bunu asansörde ilk kez karşılaştığımı düşündüğüm  amcayla teyze’nin ‘yine uyuyor’ demesinden anladım.

 Havuz başındaki sallanan koltukta sallanarak Utku’yu uyutmaya çalışırken yanımıza gelen Alman amcanın söylediği hiç bişeyi anlamayınca, üniversite yıllarımda gittiğim almanca kursunu neden hiç ciddiye almadığıma bir kez daha hayıflandım. Çünkü ‘anlıyorum, bebekle ilgili güzel dileklerde bulunuyorsun şu anda’ manasında gülümseyerek bakmam da bir işe yaramadı bu sefer. Çünkü amcacık, gayet sorduğu sorunun cevabını beklercesine bir süre daha karşımda dikilip ağzına bir numara büyük takma dişlerini göstere göstere gülerek yüzüme bakmaya devam etti. Ben de bu sırada duruma uygun herhangi bir almanca cümle bulabilir miyim diye hızlıca hafızamı taradım ama aklıma ‘warum bist du hier?’ dan başka bişey gelmedi. O da durumla pek bi alakasız ve biraz da kaba kaçacağı için susup gülümsemeye devam ettim. Sonunda o da benden umudu kesip yavaş yavaş uzaklaştı.

 Ve bu güzel haftanın sonunda 12 kasım cumartesi günü, biraz buruk da olsa tatilimizi noktalayıp otelden ayrıldık. Dönüş uçağında Utku biraz daha fazla ağladı. Ama koskoca tatili sorunsuz bitirmiş olmanın verdiği gururla pek önemsemedim.

 Tatillerin en sevdiğim yanı, eve kavuşma anı. En güzel tatilden sonra bile, evime vardığım andaki huzur hiçbir şeye değişmem. Evcimen bir insanım vesselam.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...